Buradan arada koc'a yı yazdım. Resmen kafa buldum kendisiyle ama geçenlerde arkadaşlarıma bir iki anımı anlatırken aslında oha yani ben de fena değilim aslında şapşallık konusunda...
İnsan kötü bir günü kendisi mi yaratır yoksa aurası mı çağırır bilmiyorum ama büyüyünce aptallıklarına artık anne ve babanın kızmaması ve hep beraber gülebilmeniz ne kadar güzel inanamazsınız. Benim ailemle hatırladığım en güzel anılarımdan birisidir bu..
İstanbul'a yeni geldiğim günler. Anne ve babam İstanbul'a geldiler. Onlarla önce kalktık caddeye gittik. Friday's de güzel bir şeyler yiyip sıkısından alışveriş yaptık. O zamanlar evli değilim işim var ama 3 kuruş 5 lira felan kazanıyorum. O yüzden alışverişi annemlere çakmak fena halde değerli. Gerçi istemem yan cebime koy bu yaşımda bile hala çok keyifli ama neyse :)
Beşiktaş'ın maçına bıraktık babamı İnönü stadına. Akşam saat 21:00 da yani 2 saat sonra Nişantaşı'nda bir Çin restoranında rezervasyonumuz var. Sanki Ankara'dayız anasını satayım annemle üstümüzü değiştirip bir çay içeriz diye eve Sarıyer'e dönmeye karar verdik. Ve o gün cehennem gibi bir trafik var çünkü yağmur yağıyor. Yolda fena tuvaletimiz geldi ve trafik gram ilerlemiyor bu arada ilk devre bitti ve ikinci yarı başlamak üzere ama biz hala Metrocity'nin önündeyiz. Zar zor bir benzinlikçide ihtiyacımızı giderip geri dönmeye ve restorana gitmeye karar verdik. Biz içeri girdikten beş dakika sonra babam geldi. Yedik içtik tam hesap ödeyeceğiz ki babamın kredi kartının kayıp olduğunu farkettik. Bir panik havası ben dedim gidip arabaya bakayım belki poşetlerin içine faturalarla beraber atmışızdır o arada da babam bankayı arıyor. O zaman bugünkü City's avm otopark. Gittim arabanın bagajını açtım. Poşetleri indirip tek tek baktım yok yok. Kapattım bagaj kapağını hay bin kunduz kapatmaz olaydım çünkü anahtarı içerde bırakmışım. Telaş içinde ön kapıları yokluyorum ama akıllı bendeniz sadece bagajı açmışım. Böylelikle gitti bizim anahtar. Bir yandan restorana dönerken bir yandan da bizimkilere acı haberi veriyorum. Kafam dalgın. Nişantaşı'nın karanlık bir sokağına girmemle bir pandik yemem de bir oldu. Çocuk ya bildiğiniz çocuk elledi beni ben ona bağırıyorum o bana sanırım Nişantaşı'nı bu yüzden sevemedim. Saat 21:00 da Nişantaşı'nda bir çocuğun tacizine uğramak aslında tersi olması gerekli sanki bilemiyorum ama reklamda dedikleri gibi burası İstanbul.
Sinirden kıpkırmızı restorana girdim. Panikleyen ailem neyse ki ben de orada yokken yan masadakilerin şarap şişesine çarpmışlar. Garson yer temizliyor, annem birilerinden özür diliyor, babam banka ile konuşuyor ben pandik yedim daha ne kadar fena olabilir derken bir de arabanın anahtarı arabada kitli kaldı....Aradık servisi düşünün kaç yıl önce arka farı kırıp bagajı açmak için bugünün parasıyla 1500 tl istedi amcalar. Biz de aradık Ankara'yı kardeşimi, arabanın yedek anahtarını bir otobüs firmasına yükleyip göndermesini istedik. İşi çözdük ya arabamızı bırakıp eve gitmek için bindik bir taksiye. Sinirden sürekli gülüyoruz; artık negatif enerjimizden midir ne küt dedi taksi durdu. Çalışmıyor meğer tüpü bitmiş iyi mi? Artık bize hiç bir şey koymaz tek istediğimiz eve dönmek. Bir güzel çayımızı demledik kendimizle dalga geçip eğlenerek kapattık bugünü... Herkes o kadar saçmalamıştı ki kimse birbirine bir şey demedi ben ceza almadım, mevzular uzamadı, kimse kimseye bok atmadı.
İşte o gün ben büyüdüğümü anladım...