2. Amerika seferimizi bu kurban bayramında yaptık. Bu sefer batı tarafına zengin ve daha beyaz Amerikalıların olduğu California’ya... CA’da yıllardır orada yaşayan arkadaşlarımızın yanında kalacaktık. Türkiye’den iki çift yola çıkıldı. Daha gezi programımızı ve otel ayarlamalarımızı yaparken çok yorulacağımız belliydi. Bir türlü karar verilemiyor; her kafadan bir ses çıkıyordu.
Biletleri aldık gidiş Sabiha olunca dönüşe bakmak kimsenin aklına bile gelmediğinden tüm organizasyonları Sabiha üzerine kurguladık ta ki beni Sabiha’nın duty free mağazalarının küçük olacağına dair derin bir üzüntü sarıp da içimdeki şeytan git biletlere bir daha bak diyene kadar. Şans mı şanssızlık mı bilemedik ama altı kafa bir olup da aynı havaalanından gidip dönmeyi akıl edememiştik. Malesef dönüş Atatürk havalimanı idi.
Sabiha’ya nasıl ulaştık ayrı muamma ben direk dış hatlarını Atatürk dış hatlar ile kıyaslayım. Temiz, geniş ve sabahın üçü olması itibariyle boştu. Ancak çalışan görevli sayısı az, sinyalizasyon kötü, pasaport kontrolü öncesi kafe vs. alternatifi az, duty free mağazaları yetersiz, lounge bir tek Wings var o da sadece kart sahibini içeri alan salak bir uçuş konseptli kart.
Cenabet belirtileri koca’nın Sun Express ile yapacağımız Frankfurt uçuşunda adının gözükmemesi ile başladı. Oysa bir gün önceden Lufthansa uçuşunda hepimizin adı kayıtlıydı. Otuz dakika sonra sistemleri örtüştü de bavulları bıraktık. (Bu arada Sun Express’de online check in yapılamıyor telefonla yapmak isterseniz kişi başı 10€ ya patlıyor)
Uçağa bindik ama bagaj kapıları kapanmadığı için bir saat rötar yapıyoruz. Bu arada hepimiz son derece gerginiz çünkü Frankfurt aktarması arasında sadece 1 saatimiz kalmış durumda ve bizim elimizde boarding pass yok; yani bir saat içinde bir de sıraya girip binişten önce alacağız.
İnince Frankfurt’a daha uçak kapısında LAX uçuşunun gate numarasını söyledi görevliler. Koşarak tren mren varıyoruz; çok şükür henüz boarding başlamamış. Deskler boş hemen sıraya giriyoruz. Ve fakat muvaffak olamıyoruz; dört kişiden birimize yer verebileceklerini çünkü “over booking” sorunu olduğunu bizim gibi başka yolcular da olduğunu ve beklememizi söylüyorlar. (Meğer Lufthansa her zaman fazla bilet satarmış) Eyvallah diyoruz yapacak bir şey yok madem herkeste aynı sorun var bekleyelim bakalım. Biz beklerken bizimle bekleyen kalabalık bir bir azalmaya başlıyor. Sonuncu da içeriye alındıktan sonra uçakta bir kişilik yer olduğu ve istersek içimizden birisinin gidebileceği söylendiğinde Alman karılarıyla kavgaya tutuşuyoruz. Diyorlar ki “sizi bir başka uçakla göndereceğiz”. Koc’a “why” diyor ben “when”? Salon tamamen boşalıncaya kadar itiştip durduk. Bu arada bize iki route çıkarılıyor. Ya Vancouver ya da Washington D.C. üstünden ikinci bir aktarma alacağızr ama bizde Kanada vizesi olmadığı için W.DC üzerinden yeni biletlerimizi kesiyorlar. Sonra da muhteşem bir şey oluverdi. Hiç beklemiyorduk açıkçası çünkü bizi Lufthansa konusunda uyarmışlardı. Biz en az iki günlük kıyafetlerimizi bavullar geç gelirse endişesiyle sırt çantalarımızda getirmiştik ve işin aslı rezilliğe hazırdık. Biletler ile beraber bize sarı bir çek üstünde adam başı 600€ para iadesi yapılıyor. Evet kişi başına 600€... Hal böyle olunca yer hosteslerinden ayrılırken kanka olmuştuk; neredeyse bir birimize ev adreslerimizi verecektik “gelin bizi ziyaret edin” diye.
Çok çalıştık ama bu 600€ için; sıkı süründük Allah’ı var hiç laf edilmesin. Parayı hemen nakite çevirmek için epey uğraştık. Tam bir saat bir memurun önümüzdeki üç kişinin işini çözmesini bekledikten sonra yanında kaşe olmadığı için işlemimizi yapamayacaklarını öğrendiğimizde Türkiye’de bir daha hiç bir vezne memuruna çemkirmemeye and içtim. Bu Almanların disiplinini yiyim! Bizden akıllı ya da becerikli felan değiller sadece daha şanslı bir coğrafyada doğmuşlar o kadar...
Uçakta karı koca yan yana oturabilmek için önümüzdeki yolculara şımarıklık yaptıktan sonra 11 saatlik yolculuğumuz başlıyor. Uçak rötar yapmadı ama bizim W.DC’de pasaport kontrolünden çıkıp, bavullarımızı alıp yeniden United Airlines’a bırakmak için sadece bir saatimiz olduğundan yine gergin bir yolculuk yapıyoruz. Tek sevindiğimiz nokta W.DC’nin NY kadar aktarmaların sık yapıldığı bir merkez olmaması; bu yüzden sadece on dakikada pasaport memuru ile göz gözeydik.
Zenci memurla bakışarak ne uzun bir üç dakika geçiriyoruz tanrım. Ben de sorun yok da koc’a nın üç defa parmak izi alınıyor, defalarca sorular aynı sorular soruluyor. Niye geldiniz? Nerede kalacaksınız? Ne iş yaparsınız? Yanınızda kaç paranız var? Vs vs...Derken geçiyoruz derin bir nefes çekip. Bavullarımızı alıp tam da “imigration formlarını” verirken bizi sağdaki ofislere alıyorlar... Valla çıkmıştı işte bir sorun ve uçuşa sadece 25 dakika vardı üstüne tüm biletler de bendeydi; yani kalırsak hepimiz kalacaktık. Giriyoruz içeri bizim pasaportları alıp bir sarı zarfa koyuyorlar.” Ne oldu?” diyoruz cevap vermiyorlar... Beş dakika sonra bizim kıl pasaport memuru geliyor. Oturduğumuz yerden sadece “Türkiye; altı ay” dediklerini duyunca ve anında mevzuyu çakıyoruz. İşte korktuğum başıma gelmişti... Koca’nın pasaportunun süresinin dolmasına 6 değil 5 ay vardı. Ahan da bizi geri yollayacaklardı. Tanrım! daha nefes almadan 23 saat geri uçacaktık...
Çağırdılar benimkini güzel bir azarladılar bir daha gelirken pasaportunuzun süresinin altı ay olmasına dikkat edin dediler ve yolladılar. Oradan nasıl çıktık, uçağı nasıl bulduk hatırlamıyorum ama bizim için uçağı bekletmişlerdi ve bavulumuzu da geç teslim ettiğimiz için 30 dakika rötarla kalktık... Dört saat sonra sağ salim LAX’a vardık. Planlanandan sekiz saat gecikme ile ancak cebimizde uçak parasıyla :)
0 yorum:
Yorum Gönder