Ben İtalya'ya giderken en çok Floransa'yı beğeneceğime emindim. Hatta Venedik'i görene kadar bu fikre inancım tamdı. Ve fakat Venedik için söyleyecek hiç bir söz bulamıyorum...Geçmişe gidebilsem 1800'lü yıllardaki Venedik'te yaşamayı çok isterim..
Bizim şanssızlığımız havanın çok soğuk olmasıydı ama bunun pozitif etkisi, şehir bu mevsimde yağışlardan dolayı tam anlamıyla sular altında kalmıştı. Ana sokaklarda iskeleler kurulmuştu. İnsanlar en fazla iki insanın yan yana yürüyebileceği genişlikteki tahtaların üstünde ulaşımlarını sağlıyordu. Yuvalarına yemek götüren karıncaların oluşturduğu ince uzun disiplinli yollar gibi... Acelesi olanlar tanesi 20€ olan kalçaya kadar uzanan ve her köşede satılan çizmeler giyip suların içinden yürümeyi tercih ediyordu.
Venedik'te 2 gün geçirdik. Aslında tam 2 gün de sayılmaz. İlk gece Mestre yakınlarındaki son derece güzel yeni yapılmış dört yıldızlı Otel Agusto'dan saat 21:00'da otobüse binip Mestre merkeze gittik. Otobüste tanıştığımız İran'lı amcadan yardım alarak zor Venedik otobüsüne bindik. Merkez istasyonda indik. Dönüş yolunu teyit ettik. Dönüşte sorun yok gibiydi sanki...Oysa otelde dönüş otobüsü olan 4A'ya 23:00 dan önce binmemiz söylenmişti. Saat 22:00'a yaklaşmasına rağmen diğer İtalya şehirlerinin aksine Venedik son derece hareketli gözüküyordu. Bazı evlerden parti sesleri geliyor, dükkanlar kapalı olmasına rağmen karınca misali insanlar sokakları dolduruyor, en güzeli tüm restoranlardan neşeli İtalyanlar çıkıyordu. Büyük bir restorana girdik. Yine pizza ve gnocchi yedik. Ve tabi ev yapımı şarabımızı içmeyi ihmal edemezdik zira hava acaip soğuktu. Sonra yeni tanışmış olduğumuz arkadaşlarımızla sokaklara vurduk kendimizi. Vitrinlerden bol bol maske baktık. Ana caddeyi takip edip epey bir yürüdük. Neden sonra dev bir köprüye geldik yorulmuş, iyice üşümüş ve dönüşe geçmeye karar vermiştik. (ertesi gün San Marco tarafından geziye başladığımızda gördük ki bu Rialto köprüsüymüş)
Venedik'te haritalar işe yaramıyor nerede olduğumuzu anlayabilmiş değildik polislere sorduk. Geldiğimiz yolu tarif ettiler. Ama biz aynı yoldan dönmek istemediğimiz için polisler "bilmiyor" diyerek ve bu kelimeyi gerçekten telaffuz ederek düm düz sokaklara daldık. Bir süre sonra sokaklar daraldı, iyice karanlıklaştı ve daha da fenası ıssızlaştı. KAYBOLMUŞTUK...Hangi sokaklara döndüğümüzü hatırlamıyorduk bu yüzden geri de dönemezdik. Tek tük rastladığımız herkese merkez istasyonu soruyorduk. Biraz tarifi uyguluyor sonra yine kitlenip kalıyorduk. Sokak adlarını göremiyorduk ki...Tabelalar eskilikten ya silinmiş ya da çiçeklerin felan altında kalmıştı. 20 dakika şapşal şapşal bir insanın ancak geçeceği ince koridorlardan geçerek evlerin ve kanalın kollarının arasından ilerledik. 20 dakikadır insan da görmemiştik. Tanrım hostel filmi burada gerçekten çekilebilir diye düşünürken sislerin arasında muhabbet eden 3 İtalyan'a rastladık. Uzaktan bağırarak yardım istedik. Erkek olanlardan birisi bize doğru gelmeye başladı. Benimki sürekli kamerayı sakla diye bağırıyordu ama çok geç, adam önümde bitmişti zaten. Tek kelime İngilizce bilmiyordu ve biz hiç bir şey anlamıyorduk. Teşekkür edip gitmek istiyoruz ama önümüzden çekilmiyor, İtalyanca "bir dakika" diyip duruyor ve arkadaşları ile konuşuyordu. Bu sefer kız olan harekete geçti. Allahım o ne kırıtma...Bunlar gecenin bir yarısı sislerin içinde ne yapıyordu bilmiyorum ama biz iyiden iyiye korkmaya başlamıştık. Kız elinde sigara yanımıza geldi ve nihayet anladığımız bir dilde yol tarifi yaptı. Gerçekten çok yaklaşmışız meğer...
Teşekkür ettik. Ve ayrıldık... Yollar genişleyeceğine iyice daraldı. Ve daha keskin ayrımlar vardı. Yani bir sokağa tam 90 derece ile giriyorduk ve sanki bir sonraki köşede bizim 3 lüyü görecektik. Bizi kovalayacaklar biz çil yavrusu gibi kaçışacağız, her birimiz ayrı bir koridora girecek ve birbirimizi de kaybedeceğiz....Bu senaryoları yaparken genişçe bir sokağa çıktık ve kanalın karşı tarafında merkez istasyonu gördük.
Saat 23:00 ı çoktan geçmişti. Ama neyseki 4A orada bizi bekliyordu. Beklerken iki yıldır İtalya'da kaçak yaşayan ve bu süre zarfında tek kelime İtalyanca öğrenmemiş üstüne bununla da gurur duyan bir Türk ile karşılaştık. Biz de ondan etkilenmiş olmalıyız ki Türksel bir içgüdü ile otobüse yine bilet almadan bindik. Bununla nedense halen gurur duyuyoruz.
30 dakika sonra son durağa geldik ama ne bizim otel civardaydı ne de yakınlarından geçmiştik. Şoföre dert anlatamıyoruz, nerede olduğumuzu bilmiyoruz, çok yorgunuz ve sinirlerimiz iyice bozuk...Derken bir İtalyan bize yardım teklif etti. Saat gece yarısıydı. Otelimizi sordu lanet otelin adını bile denkleştiremedik ama çocuk anladı. Ben yakında oturuyorum isterseniz sizi bırakırım dedi. Bundan sonra aramızda tek bir cümle konuştuk. " Lan biz dört kişiyiz bir şey yapacak olursa döveriz bunu" ...Teklifi kabul ettik. Otoparktaki Unoya doluşup yola çıktık. Yolda 30lu yaşlarında her İtalyan gibi annesiyle yaşadığını ve arabanın annesinin olduğunu söyledi. Belki o da bizden korkmuştu...Bilemiyorum ama bizi otele kadar bıraktı. Beni kesseniz hiç tanımadığım ve en son bir Türk ressama tecavüz edip öldürmüş bir memleketten gelen tanımadığım dört yabancıyı o saatte arabama almam. Ama dedim ya yemişler bizi bir Türk dünyaya bedel diye!!!!
0 yorum:
Yorum Gönder