Fatma Abla; 40lı yaşların başında.
Evli.
Bir kızı; bir de oğlu var.
Karadenizli.
Tipik bir Anadolu kadını. Sofrada artık kalınca atmaya kıyamamış da hepsini yemiş olduğu için kilolu. Boyu da kısa; bu yüzden bembeyaz tombul bir kadın işte...
Son beş yıldır bana temizliğe yardıma geliyor arada. O cüsse ile nasıl yapıyor bilmiyorum ama eli acayip hızlı; bir de çok temiz pak bir kadın.
Tek kusuru çocuklarını okutmak konusunda ısrarcı davranamamış.
Bana her geldiğinde beraber kahvaltı yapıyoruz ve en az bir saat görüşemediğimiz zamanın özetini geçiyoruz. Bazen lafa öyle bir dalıyoruz ki eve 15 dakika mesafedeki spor dersine geç kalıyorum çünkü Fatma Ablanın hayatı çok renkli, her defasında yeni bir hikayesi var anlatacak haliyle ben de ağzım açık dinliyorum kendisini.
İlk önce bir şirkette şoför olan oğlunu borç harç nişanlandırdı. İki ay sonra ayrıldılar.
Bir süre sonra kızını nişanlandırdı. Altı yedi ay sonra onlar da ayrıldılar. Bu arada Fatma abla dağıldı.
Yılmadı oğlunu iki ay içinde yeniden, yine köyünden bir kız ile nişanlandırdı; çok geçmeden de düğün dernek yaptı.
Fatma Abla'nın kocası çok efendi bir adam. O da Karadenizli ama alışılmışın aksine hayatın her aşamasında karısına destek olmuş. Gerçi Fatma Abla hep çok çalışmış ve bu muhabbeti hak etmiş bir kadın. Evlerini, arabalarını almışlar. Fatma Abla'nın beyi kapıcıydı. Oğlan nişanlandıktan sonra yaş haddinden emekli edildi. Oysa çalışmaya ihtiyacı vardı zira yeni düğün yapılmıştı. Hal böyle olunca oğullarına tahsis ettikleri eve taşınmak zorunda kaldılar. İlk başlarda ilişkiler iyiydi ama bir süre sonra gelin ile anlaşamamaya başladı. E gelin ilk defa köyden dışarı çıkmış ve fakat Fatma Abla beğenirsin beğenmezsin 20 yıl İstanbul'da bir çok evde farklı işlerde çalışmış bir süre sonra da kendini geliştirmiş bir kadın. Anlaşamadılar. Yapacak fazla bir şey yoktu çünkü gelin çalışmak istemedi. Yani 45 yaşında Fatma abla başkasının pisliğini temizlemeye gidip eve ekmek getirmeye çalışırken gelin evde oturup gündüz kuşağındaki salak programları izlemeyi tercih etti. Bu inatlaşma sonucunda yeni evliler ayrı eve de çıkamadı. Böylelikle katlanmaya başladılar.
Bu arada Fatma Abla yine köyden bir damat buldu. Kızını nişanladı. Nasıl yapılıyor bu iş anlayamıyorum. Benim etrafım 30lu yaşlarında bekar insanlarla doluyken bunlar çift dikiş gittiler. Bu işte Fatma Abla'nın parmağı olduğuna eminim. Aradı taradı buldu...
Damadı bulmuştu ama ufak bir hesap hatası vardı bu defa fa kızı Ankara'ya gelin gidecek diye günlerce karalar bağladı.
Ne olduysa bir süre sonra öğrendim damat işten çıkarılmış kriz sebebiyle. O da toplamış pılısını pırtısını kalkıp İstanbul'a gelmiş. Bir süre işi yoktu. Fatma Abla bir yandan sevinçli; kız Ankara'ya gitmedi diye bir yandan sıkıntılı zira damat işsiz.
Bir sonraki gelişinde öğrendim ki damat iş bulmuş. Bir iki aya kalmadan evlendiler. Fatma Abla'nın kızı 25 yaşında ince uzun oldukça da güzel bir kız. Liseyi terk edince manikürcülük sertifikası almış. Yani eskilerin deyimiyle bileğine altın bileziği takmış. Onun hiç iş derdi olmadı bu yüzden. Hatta kızı geçtiğimiz aylarda kendine ev aldı. Yahu ben de 10 yıldır çalışıyorum anasını satayım ev alamadığım gibi kenara para bile atamıyorum. Bu yüzden takdir ettim kendisini.
Fatma Abla kızını da düğün dernek evlendirdikten sonra biraz rahatladı.
Ancak gelin meselesine fena halde kafayı takmıştı.
Bir geldiğinde yine efkarlı dedi ki "gelin evi terk etti". Ah dedik vah dedik uzun uzun konuşup karar verdik "giden gider kalan sağlar bizimdir".
Bundan bir sonraki gelişinde Fatma abla iyice sıkıntılı gözleri dolu dolu oğlunun şirket aracı ile kaza yaptığı için işten çıkarıldığını anlattı. Ah dedik vah dedik oğlana başladık iş sorup soruşturmaya.
Fatma Abla bir sonraki gelişinde daha da sıkkın dedi ki " gelin giderken altınları banka kasasından almış yanında götürmüş". Ah dedik vah dedik altınların üstüne bir bardak soğuk su içtik. Rakam da fena değil ha! Hınzır gelin otobüse binmeden bankaya uğramış iyi mi?
Bir sonra geldiğinde morali biraz yerindeydi. "Gelin aradı geri gelecek elimizi öpüp özür dileyecek" dedi. Eh bari dedik altınları kurtardık.
Dün geldiğinde ise Fatma abla nihayetinde bana güzel haberler verdi. Oğlan iş bulmuş. İstanbul'un sayfiye yerlerinden birinde karı koca beraber büyük bir çiftlikte çalışacaklarmış. Kalacak yer de veriyorlarmış. Bundan daha iyisi olamayacağı için acayip sevindik. Gelin döndü, oğlan iş buldu üstelik de ayrı eve çıkıyorlar. Nihayetinde Fatma Abla'nın duaları kabul olmuştu.
İşte böyle! Anlatırken bile yoruldum. Bu kadar sıkıntı ve keşmekeşin içinde yine de hayıflanıp lanet okuduğunu görmedim. Hep şükretmesini bilen birisi olduğu için hayatının sonunda yoluna girdiğini düşünüyorum. Benimle yaptığı uzun kahvaltılarda anlattığı hikayelerin özetidir bu. O anlattı ben yorum yaptım. Her defasında o da bana sorardı benim neler yaptığımı son görüşmeden sonra. Dün fark ettim bu durumu da. Kesinlikle başımdan savmak için değil ama ben hep aynı cevabı veriyorum.
"iyi işte, işe gittik geldik hep aynı şeyler bir değişiklik yok"
Hayır aslında bu hayatımın özeti. Yani tabi ki Allah sıkıntı vermesin de bizim hayatımız belli bir standardın üstünde de olsa bu ille de heyecanlı ve yaşam enerjisi ile dolu olmayı gerektirmiyor ki!
Çünkü ağlamayı bilmeyen gülmeyi, düşmeyen kalkmayı, acı çekmeyen mutlu olmayı bilemez ki...
0 yorum:
Yorum Gönder