Hijyenik Nesiller

Şu aralar bütün arkadaşlarım ebeveyn oldular. İçlerindeki en yaşlı bebiş 2 yaşını yeni doldurdu. Buna rağmen buluşmalarda en sık yapılan konuşmalardan bir tanesi çocuklarının gelecekleri. Daha iki yaşındalar ama gelecekleri planlanmış. Eğitimli ailelerin çocuklarını zor bir gelecek bekliyor. Zavallılar anlasalardı ebeveynlerinin kendileri için düşündüklerini hiç büyümek istemezlerdi. Şimdiden bir yarışın kurbanı olmuşlar haberleri yok.

Oysa böyle değildi benim çocukluğumda ki takribi çeyrek asır öncesinden bahsediyorum her şey daha az hijyenikti. Benim çocukluğumda mahalle arkadaşlıkları vardı. Okuyacağımız okullar elbetteki ailelerimiz tarafından planlanıyordu. Ama sokak çocuğuyduk bizler. Erkeklerle futbol oynardık. Kızlarla ip atlardık. Kukalı saklambaç en sevdiğimiz oyundu. Hani 12 taşı üst üste dizip topla belli bir mesafeden devirmeye çalışırsınız sonra diğer takım taşları yeniden üst üste dizene kadar kaçıp saklanmaya çalışırsınız. (Gerçi oyunun adı gerçekten bumuydu hatırlayamıyorum.)

Çocukluğumda ailem pek endişelenirdi çünkü ben, sürekli şehir değiştirmenin de etkisiyle belki, hep kapıcı çocuklarıyla arkadaşlık yapıyordum. Ankara da Dikmen'de otururduk. Sultan abla vardı. Karşı apartman kapıcısının eşi. Bize temizliğe gelirdi. Onun kızı Güler vardı. Güler bana kürdandan bebek yapmayı öğretmişti bir de çok güzel kadın yüzü çizmeyi. Evlerinin pencereleri yol hizasındaydı. Hiç kapıyı kullanmazdık içeri girmek için. Zaten 2 göz bir evdi. Hatırlıyorum duvarlarında halılar asılıydı. Pencere kenarında oturup saatlerce çöp bebeklerimizle oynardık. Bir de çekirdek çitlerdik. Güler bize geldiğinde de resim yapardık.

Onların karşı apartmanında Döndü vardı. Kocaman gözleri, iki yanına "uzun kulaklı Pippi" gibi topladığı saçları ve kocaman bir gülüşü. O da bana kağıt bebekler yapmayı öğretmişti. Bebekleri kesip sonra kalıbına uygun kıyafetler çizip onları da kesiyorduk. Böylece dehşet bir gardırobu oluyordu bebeklerimizin. Erkek çizmeyi pek beceremediğimiz için cetvel ve flut gibi kırtaseyi malzemelerimiz de oyununumuzun erkek karakterleri oluyordu. Kağıt bebeklerin tek sorunu çabuk eskimeleriydi. Ama barbie bebeklerle oynamaktan daha zevkli olduğunu bugün gibi hatırlıyorum. Barbie bebek çok az bulunuyordu o zamanlar. Genelde yurt dışından almak gerekiyordu. Ve bu sebeple burada satılanlar çok pahalı oluyordu. Biz de annemle mutfak parasından bozukluk biriktirip Cindy bebekler alıyorduk. Ama onun da farklı kıyafetleri yoktu bu yüzden kağıt bebeklerimi daha çok seviyordum.

Bizim gibi olmayanlarla ne güzel anlaşırdık. Her türlü ayrımcılıktan uzak ne güzel oynardık. Bugün geçmişe dönüp baktığımda görüyorum ki çok şanslıymışım ben. Sokakta oynamama herkesle arkadaş olmama izin verildiği için dolu dolu bir çocukluk geçirmişim. İnsan seçmemeyi, ayrım yapmamayı, herkesi olduğu gibi kabul etmeyi o zamanlardan öğrenmişim. Üstelik o arkadaşlıklar bana pratik düşünmeyi, el becerisini ve hayal gücümü kullanmayı öğretmiş. Bu gün; büyük şehirde izole edilmiş hayatlarda yeni nesilin bunu öğrenmesi imkansız. Zaten hepsi kendi gibiler ile arkadaş olsunlar diye kolejlerde okumayacaklar mı? Hepsi bir örnek giyinip, aynı kalıplarda yaşamayacaklar mı? Hepsi bir süre sonra hayata aynı pencereden bakacak, aynı soruna benzer çözümler üretmeye çalışacaklar. Bir nevi fabrikasyon eğitimli ebeveynlerin yetiştireceği yeni nesil. Bilmiyorum bende herkese benzer miyim ama en büyük arzum kendi çocuğum da farklı insanları, hayatları bilsin. Hayata umutla bakarken, kaygı duymayı ve şükretmeyi de öğrensin.

0 yorum: